SENDİKALAR VE TARIM ÇALIŞANLARI
Devletlerin Baki Olması İçin, Hür İradeye Sahip Milletler,
Hür İradelerin Vaz Geçilmezi Sendikalaşma,
Sendikalaşmanın Vaz Geçilmezi Olan Bağımsızlık,
Türk tarihinde sendikacılık asıl işlevi gereği çok eskilere dayanır. Zira daha dünya devletlerinde cemiyetlerin, düşüncelerin, hür irade ve toplum yararına olan insan eksenli müesseselerin olmadığı dönemde Türk toplumlarında gerek işvereni gerekse çalışanı koruyan teşkilatlar vardı. Bu teşkilatlar hiçbir zaman ne devletin, nede insanların karşısında olmadı. Hele hele batı medeniyetinde faşizme, doğu blokunda ise komünizme hizmet eden yakıp yıkan, toplumda işveren ile çalışanı karşı karşıya getiren ifrat ve tefrit odaklı sendikacılık Türk tarihinde hiçbir zaman yer bulamadı.
Zira sendikacılığın esası 3800 yıl öncesinden “Milleti Yaşat ki, Devlet Yaşasın” esası ile var oldu Türk tarihinde. Bu anlayışla da gelecekte hak, adalet, liyakat illa da hürriyet ruhu ile batı ve doğu blokunun aksine insan esaslı sendikacılık yine Türk Devletinde yeniden aslına uygun hayat bularak dünya milletlerine örnek olacaktır. (Sendikacılık Tarihi, 2019, A. Bal)
Türkiye’de batı anlamında sendikalar cumhuriyetin kurulmasından 15 yıl sonra, 1938 tarihli Cemiyetler Kanunu’nda “sınıf esasına dayalı cemiyet kurulamaz” ifadesinin 5 Haziran 1946’da metinden çıkarılmasıyla yasallık kazandı. 7 Aralık 1946 tarihinde sıkıyönetim kararıyla kapatılan sendikalar, 1947’de İşveren Sendikaları ve Sendika Birlikleri Hakkında Kanunun kabul edilmesiyle tekrar yasal oldu.
Türkiye’de genel olarak sorunların yaşandığı, milletinin ruhuna, devletinin kutsallığına aykırı olarak dışardan ithal bir anlayışla kurulan ve var olan sendikalarda, tarım iş kolu daha da vahim durumdadır.
İşveren, çalışan dengesi açısından en sorunlu iş kolu arasında tarım yer almaktadır. Bu konuda tarımın en sorunlu olduğu konusu mevsimsel çalışma dalgalanmalarıdır. Mevsimlik işçi konusunda yasal kurallara uymayan iş kolunun en başında tarım ve orman gelir. Bunun en önemli sebeplerinden biri tarım ve ormanın çalışma, sahaları, coğrafi özellikleri, bölge ve çalışanların sosyo ekonomik yapılarıdır. Bir orman da çalışacak işçinin o ormana en yakın bölgeden bulunması gerekir, bunun için o ormana en yakın köyden, kasabadan işçi almak durumundasınız. Diğer taraftan fidanlıklar, bitkisel üretim, ağaçlandırma, hasat, toplama, ayıklama gibi diğer tarımsal faaliyetlerde toprağa bağlı işler olduğundan diğerlerinden farklı değildir.
Kamu kurumlarında 1974’lerde 30 000 kadar düzenli, bunun iki katı kadar da mevsimlik işçi çalışırken bu sayı yıllar itibari ile artarak 2015 de kamudaki tarım ormanda çalışan düzenli işçi sayısı 280 000 civarında, mevsimlik ve özel sektörde ise ücretli işçi sayısı 1 830 000 kadardı.
Kamu da tarım işçilerinin sendikalaşma oranı %14 civarında iken özelde bu oran çok düşüktür. 2015 Yılı kamu tarım, orman, gıda gibi iş kollarında sendikalılarının toplam sayısı; üç konfederasyona bağlı olarak; 105 215. Yani işçiler maalesef bağımsız bir tarım, orman, gıda konularında sendika kuramamışlardır.
2020 Yılında ise durum pekte iç açıcı değildir bu sayı giderek düşmüştür, neden olarak kapatılan kurumlar gösterilir. Oysa 1950 var olmaya başlayan sendikalaşama olgusu, her on yılda meydana gelen askeri darbelerle, en sonda yaşanan 15 Temmuz darbe girişimi sendikalaşma, STK çalışmalarını oldukça etkilemiştir. 2020 Ocak ayı istatistiklerine göre, 13 milyon 856 bin 801 işçiden 1 milyon 917 bin 893’ü sendika üyesi. Tarım, orman, gıdada yine konfederasyonlara bağlı iş kollarında 2020 yılı için 77 005 üye sendikalı. Bağımsız tarım, orman, gıda işçi sendikası yine yoktur.
Memur sendikalarında 2015 yılında toplam 1 679 028 üye vardır. Bunun sadece 69 207 üyesi tarım ve orman iş kolundadır. Tamamı konfederasyona bağlı ve ya uzantısı olarak kurulmuş durumdadır. 2020 yılında bu sayı; 1 723 623 iken tarım ve orman sendikacılığında üye sayısı 12 sendika toplamı 59 330 olup tek bağımsız tarım orman sendikası ise Anadolu Tarım Orman Sendikası (ATORSEN) dir.
Sendikalar Baskı Altına Alınarak, Anayasal Hakları Tehdit Altına Alınmıştır.
Türkiye’de en büyük demek yanlış olur, büyük olmak asli görevini ifa etmek, Üyelerinin haklarını korumak, çalışma barışını sağlamak, bağımsız ve dik durmakla olur, ancak en kalabalık sendikalar maalesef birisi iktidar partisinin, diğeri ise onun ortağının arka bahçesi olarak varlıklarını sürdürmektedir. Bu iki vagon sendika diğer sendikaları muhatap bile almadan siyasi bağımlılıkları ile sendikacılık oynamakta, kamu ve özelde milyonların umutlarını sömürmektedirler.
Günü birlik olağan işleri ile sadece üye kaydedip, atamalar, tayin ve işe alımlarda iltimas ve rüşvet bankerleri gibi ülkenin geleceğine, demokratik ve hukuk yapısına gölge düşürme görevini üstlenmektedirler.
Türkiye de sendikal güç demek artık iktidar veya bir siyasi partinin arka bahçesi olmakla özdeşleşmiş, temel sendika olma kuralının vaz geçilmezini kaybetmiştir.
Zira sendikacılık demek Türk tarihinde; adalet, liyakat illa da hak demektir. Kalabalık sendikaların bakanlıklarda makam ve koltuk atadığı bir sistemde adalet, hak ve liyakatten dem vurmak hakla dalga geçmek demektir. Kul hakkı, şaibeli seçimler ile yönetime gelen sendika yöneticilerinin kendilerini besleyen, yönetimde tutan sisteme karşı hak, adalet, liyakat davası olamayacağına göre yetkili olup ta gerçek işlevini yapan bir sendikadan bahsetmek mümkün değildir. Bu yapı hem çalışan, hem işveren açısından sendikalara güveni giderek azaltmıştır.
Yıllar itibari ile sendikalaşma oranı, kamuda ve özelde hem memurlar hem de işçiler açısından giderek düşmüştür. Artık etik kuralara uygun, sendikal ahlaka uyumlu, gücünü üyelerinin haklarından alan bir sendikal yapılanmanın Türkiye için büyük bir ihtiyaç olduğu kaçınılmazdır.
Son yıllarda kamu çalışanları bağımsız sendikalardan bilinçli olarak korkutulmuş, üyelikleri, iktidar veya ortağına bağımlı sendikaların atadığı kurum amirlerince baskı altına alınarak sürekli düşürülmüştür. Günümüzde kamu kurumlarında atama, terfi, tayin işlerini kurum amirleri değil, adete apaçık, liyakat, kural, kanun değil o işyerinin görevli iktidarın sendikal görevlisi tarafından yapılmaktadır. Bu konuda ilk defa göreve gelen Tarım ve Orman Bakanı, Dr. Bekir Pakdemirli, aslında bu olayı apaçık, biraz acemiliğine getirerek “Sendikal ayrımcılık yapmayacağız.” Diyerek yapılan sendikal ayrımcılığı ifade etmiş, maalesef o da ayrımcılığın önüne geçememiştir. Onun bunun adamı devri hiçbir zaman kapanmayan Türkiye’de artık sendikal ayrımcılık hem liyakatin, hem de etik değerlerin önüne geçerek, kurumların geleceği, başarısı, sürdürülebilirliği tehlikeye atılmıştır. Zira konusunda Profesör dahi olsa kurumlara zaten atanan Yönetici sendikalarca belirlenmekte, o sendikaların belirlediği yöneticilerde onların emirlerini harfiyen yerine getirmekten kaçınmamaktadırlar.
Bu durumda hak ve hukuk içinde kalmak isteyen memur ve işçiler sendikalı olmaktansa, sendikalara üye olmaktan kaçınmaktadırlar. 2018 sonu rakamlara göre, Türkiye’de kamudaki memur sayısı (askerî personel hariç) 3 129 304, emekli sayısı, 1 900 000 iken; sendikalara kayıtlı memur sayısı 1 673 318’dir. Neredeyse memurların yarısı sendika üyesi olmadığı gibi bu sayı sürekli düşmektedir.
Türkiye’de 3 büyük memur sendika konfederasyonu var: AKP, MHP, CHP’nin arka bahçeleri olarak, Memur-Sen, Türkiye Kamu-Sen ve KESK, varlığını sürdürmektedir.
Memur-Sen kalabalık üyesine rağmen sadece kendi üyelerinin sendikası olarak, yetkili sendika olma özelliğini sadece yasal olarak üzerinde tutmakta, 10 yıldır da iktidarın sendikası olarak diğer sendikaların sesine kulak vermeden, kamu vicdanını ve hak-hukuk kavramını hiçe sayarak bu günkü kurumların bitmesine, dolaysı ile iktidarında zora düşmesine zemin hazırlamıştır.
Yetkili sendikanın Genel Başkanı “meşveret ve şuradan yana değil” ısrarla 4688 sayılı Kanun’la masada sadece kendi söyleyip, kendi çalmak peşindedir.
Oysa, sendikacılık sadece maaş, personel hakları değil; aynı zamanda kurumların yönetimden, kadrolaşmasına her aşamasında etkili olduğundan, kendilerinden olmayan hiçbir ehli ilme, liyakat sahibine şans vermemekle, kurumların bu günkü çöküş ve yaz-boz, tekrar bi daha yeniden yapılandır… başarısızlığının da sebebidir aslında. Peki bu vebali nasıl kaldırabilir bu yapı?
Daha açık ve net konuşalım; Sarı sendikacılık yapan Memur-Sen, kamuda memurlar üzerinde müthiş bir iktidar baskısı kurarak çoğunluğu elde etmiştir. Ancak vatandaşın patatese, soğana, ete, süte hasret kalmasının sebebidir Tarım ve Orman Bakanlığı’nda. MEB de, soruların çalınması, eğitimin çöküşünde, sağlık alanlarında yaşanan sorunlarda da sorumludur atadıkları kamu yöneticileri ile dolaylı olarak. Seçimlerde hırsızlık dediğinde onu koruyamayanların sebebi de, adaletin, maliyenin, toplumsal huzursuzluğun dolaylı sebebi de “tek başına yetkili olan” sendikadır aslında.
Memur-Sen, temsilcisi olduğu memurlar ve iktidarında başarısızlığının sebebidir aslında. Ne iktidara başarılı bir kamu yönetimi, nede kamuda personele mutlu bir hayat, çalışma barışı sunamamıştır. Hakkı adaleti, liyakati yandaşlığa tercih eden hangi sistem ilahi adaletten başarı kazanabilir ki?..
Peki diğer kalabalık 2’ler ne yaptı, birleşip bu sendikanın yanlışlarına dur demek yerine, onlarda arkalarındaki güçle suya sabuna dokunmadan üye sayılarını korumaya çalıştılar. Vatan, millet, ülke, devlet esası yerine sadece mevcut düzenlerinin bozulmaması adına sessizce ne zaman iktidar oluruzu beklediler. Kamuda binlerce personelleri olmasına rağmen onların verimli, üretken çalışıp krizi azaltmaları yerine mevcut liyakatsizliğin daha da artması için uğraştılar. Gazeteler artık “kamuda siyasal kadrolaşma tehdidinden” bahsetmez oldu. Zira onu tehdit olarak söyleyecek SEN-Dİ-KA başkanı da kalmadı…
Ve tarih gösterdi ki, siyaset geçici, devlet, millet, vatan bakidir. Hepimiz aynı gemide giden yolcularız. Artık her aklı selimin fikrine ihtiyaç vardır. Sendikalar ortak akılla devletin, milletin, ülkenin geleceği için çalışmalıdır. Birbirlerine saygı duymalı, zira hepsinin üyeleri aynı ülkenin, aynı devletin, aynı milletin hizmetkarıydı. Ve hepsinin çalışma barışına ihtiyacı vardı…
Ali BAL
Genel Başkan/ ATORSEN